Bilge Virüs -Gestalt Bakış açısıyla-

Hande Okçuoğlu
7 min readApr 7, 2020

--

Yazının tamamı sevgili Prof. Hanna Nita Scherler’e aittir.

Gestalt bakış açısına göre ne yaşıyorsak, bu bizim kendimizle ilişkimizin bir aynasıdır. Kendimizle ilişki bireysel düzeyde olabilir, alt gruplar düzeyinde olabilir, büyük gruplar düzeyinde olabilir ve bütün dünya düzeyinde olabilir. Korona virüsü şu anda dünyayı etkiliyor. Hasta olanlara şifa, yaşamlarını kaybetmiş olanlara rahmet dileyerek bu durumun Gestalt bakış açısından ne mesaj barındırabiliyor olacağına odaklanalım.

Gestalt bakış açısından semptom, mesaj barındıran ulaktır, habercidir. Semptom şekildir. Semptom belirgin olandır. Mana değildir. Ne yaşıyoruz? Ona bakalım…

Şuradan gidelim; virüsü almış olan kişi ne yaşıyor? Virüs solunum sistemine saldırıyor. Teorik olarak, karşılaştığım olgu benim kendimle ilişkimin aynası ise:

  • Ben kendime nefes aldırtmadım, ben kendimi boğdum (günlük koşturmalar, iş, sorumluluklar, beklentiler vs). Kendimle ilişkimde kendime nasıl davranmış olduğumu aynalıyor (varoluşçu yaklaşımda EIGENWELT, kendimle ilişki dünyam)
  • Diğerleri ile ilişki alanında ne yaptım? Sosyal yazılımlarla kendimi boğdum (ait olmalıyım, sevilmeli-onaylanmalı, kabul görmeliyim, ayıp olur vs) Diğerleri ile ilişkimde nasıl davrandığımı aynalıyor (varoluşçu yaklaşımda MITWELT, diğerleri ile ilişki dünyam)
  • Doğa ile ilişki alanında ne yaptım? Doğaya nefes aldırmadığım kesin. Havayı, denizi, çevremi kirlettim, inşaatlarla, atıklarla talan ettim. Kendi doğamla ilişkide ne yaptım? Besin değeri olan şeyler yemedim, spor yapmadım, beden sağlığıma dikkat etmedim, bedenime gereken özeni, saygıyı göstermedim (varoluşçu yaklaşımda UMWELT, doğa ile ilişki dünyam).
  • Maneviyatımla ilgili ne yaptım? Hayat nedir? Yaşam nedir? Hayatta esas olan nedir gibi temel sorulara verdiğim yanıtlar ne? (varoluşçu anlamda UBERWELT, tinsel dünyam)

Bu virüs “çok bilge”. Bizi kendimize getirdi. İnsanlara dedi ki:

  • İyi beslen! Meyve, sebze ye, vitamin al. Bunun için virüs mü gerekiyordu? Bu normal yaşam stili olmalı, öyle değil mi?
  • Ellerini sık sık yıka! Ayakkabılarla eve girme! Bunun için virüs mü gerekiyordu? Bu zaten uygulanması gereken davranış değil midir?
  • Ailene önem ver. Bunun için virüs mü gerekiyordu? Dürüstçe kendimize soralım, son 1 yıl içinde ailemizle ne kadar kaliteli zaman geçirdik? Şimdi, en çok ihmal ettiklerimize mecburuz.

Değer yargısı açısından zihinsel anlamda bu bilge virüs şöyle bir şey yaptı: Sen tek başına bir bütünsün. Ama bu tek başına bir bütün olma deneyiminde çok arsız oldun. O kadar arsız oldun ki daha büyük bir bütünün parçası olduğunu unuttun. Bu virüs öyle bilge ki, bakın nasıl öğretiyor bunu:

Hepimizin iyi olması hepimize bağlı, “ben sokağa çıkarsam bana bir şey olmaz” değil, sana olmasa da çevrene olabilir.

Dolayısı ile sevdiklerini korumak için SEN DE karantinada olmak zorundasın. Yani kendini bütün sanan parçalara “sen biraz parça olduğunu hatırla” demeye başladı. Hepimiz kendi içimizde bütünüz, ancak aynı zamanda bizden daha büyük bir bütünün de parçasıyız. Bu gerçeği unuttu dünya, hem bireysel anlamda unuttu, hem de sanat-etik ve bilimin birbirinden ayrılıp bunların kendi içlerinde saltanat ilan etmeleri açısından da birliktelik unutuldu. Örnek verirsek: Ekonomi sadece kendisini düşünerek, mesela silah üreterek doğayı unuttu. Tarımda ekebileceğimiz şeylerin GDO’su ile oynayarak para kazanma uğruna doğayı bozdu. Tavuklar 24 saat içinde 2 kez yumurtlar oldular. Biz kim olduğumuzu zannediyoruz? Ne olduğumuzu zannediyoruz? O kadar arsız bir yere gidildi ki parçalar kendilerini bütün zannetti.

Bilmenin 3 yolu var:

1. Eye of flesh; Bilim somut bilmekle ilgili, gözle görülür, ölçülür şeyler.

2. Eye of mind; bu böyleyse bu da böyle olur şeklinde bilmek, çıkarsama yaparak.

3. Eye of contemplation (tefekkür gözü); bu bilge virüs üstteki 2 bilme yoluna ek olarak, dünyayı eye of comtemplationa taşımaya çalışıyor. Böylelikle UMWELT, MITWELT ve EIGENWELT yine birleşecek. Güzel olan, iyi olan, doğru olan yine bir bütünün farklı parçaları olacak.

Gestalt açısından düşünürsek, dünyaya geldiğimizde bütünlüğümüzün farkında olmayız, hem hümanist hem varoluşçu bakış açısı bunu söyler. Bütün olduğumuzun farkına varmak için önce parçalara ayrılmamız lazım. Parçaların temas sınırları yeterince belirgin olduğunda parçalar tekrar bir araya gelip doygun temas yaşayabilirler. Günümüzde bu parçalar çok fazla belirginleşti, artık bunların bir araya gelme zamanı geldi. Bunların bir araya gelmesi için bu virüs gibi çok güçlü, görülmez ama etkileri inanılmaz görünür olan; minicik, gözle görülemeyen ama etkileri kocaman olan bir olgu ile karşı karşıyayız. Bunu tek başına bilimle çözemeyiz, bunu tel başına zihinle çözemeyiz. Bunun barındırdığı manaya ulaşabilmenin yolu tefekkürden (eye of contemplation) geçiyor.

Bilim de sanat da ahlak da, üçü de eşit uzaklıkta olacağımız şeyler. Biri diğerinden daha önemli, daha değerli değil. Dünyada bilime o kadar önem verildi ki bilimin antenlerinin algılayamayacağı boyuttaki gerçeklikler göz ardı edildi. Şimdi bu korona virüsün barındırdığı anlam sadece bilimle açıklanamıyor. Eye of flesh veya eye of mind ile açıklanabilecek bir çerçeve içerisine girmiyor.

Her zorlanma bir mesaj barındırır. Ona farkındalıkla eğilmek lazım ki mesajı duyabilelim. Aceleye, paniğe gerek yok, bu bilge virüs acı, korku, kaygı, çaresizlik ve öfke doğurdu, doğru.

Gestalt bakış açısından bakarsak korku, kaygı, çaresizlik ve öfke transformasyona davetiyedir.

Korkuya, çaresizliğe, öfkeye veya kaygıya odaklanarak virüsün barındırdığı mesaj duyulamaz. Korku, acı, öfke ve çaresizlik değişime davetiyedir, çağrıdır. Esas olan, şeklin ardındadır. Esas, maddede değil manadadır. O mana bize kimse tarafından gösterilmeyecektir, verilemeyecektir.

Her birimiz kendi yolculuğumuza tek başımıza cesaretle, sorumluluğunu alıp sonuçlarına da katlanarak çıkmakla yükümlüyüz.

Çağrı, bu yola baş koymanın çağrısıdır. İşte bu nokta kaçındığımız nokta. Bu nokta kendimizi işe boğduğumuz, yapmam gereken şeyler var diyerek esas yapılması gereken şeyden kendimizi alıkoyduğumuz nokta. Ziyanı yok, aceleye gerek yok. En sonunda hepimiz iç yolculuğumuza, kendimizle temas ederek bütüne ulaşma yoluna baş koyacağız.

“Maddede tezahür etmeden öğrenmek nasip olsun”. Bunun için çalışmamız lazım. Nereden başlayacağız? Yine Gestalt metodolojisinden:

  • Boşluk bırakalım
  • Bu durumun bizdeki etkisine odaklanalım. Bu etkiyi en somut hali ile nasıl tanımlayabiliriz? Virüsün benim için temsil ettiği tehdit nedir?

Tehtidi nereden algılıyoruz? Fiziksel mi? Duygusal mı? Zihinsel mi? Tinsel mi? Bunun ne önemi var diyeceksiniz? Tehdidi nereden algılıyorsam bitmemiş meselem oradadır. Tehdidi “sevdiklerimi kaybetmek” olarak algılıyorsam Mitwelt’te bitmemiş meselem vardır. Bitmemiş mesele şu demek: Orada ne ile özdeşleşmişsem ondan farklılaşıp onu kapsayamamışım demektir. Ken Wilber der ki: “Özdeşleştiğimiz her şeyin içine ölebiliyor olmamız lazım”. O şu demek: Gündelik yaşamdaki rolüm her ne ise (falancanın kızı, falancanın eşi, falancanın ebeveyni), bu, vazgeçemeyeceğim bir özdeşleşme nesnesi olmamalı. Vazgeçebiliyor olmam lazım. Yanlış anlaşılmasın, eşler, çocuklar, ana ve babalar bizim için bir şey ifade etmesin denmek istenmiyor. Bu rollerin hepsi şüphesiz bizim için değerli. O başka bir şey, fakat onsuz yapamama olmamalı. Vazgeçemeyeceğim ne varsa kendimi onun hapsinde tutarım.

Tehdidi algıladığım alan ne ise onunla çalışmam lazım. Sevdiğim insanı kaybetme düşüncesinde bedenimde ne oluyor? Önce bunu tanımlamalıyım. Sonra 1.tekil şahısta konuştururum. Ondan sonra çağrışımlarıma izin veririm. Bedenim beni “suç mahalline” taşıyacaktır. -Suç mahalli: O tehditi ilk aldığım zamanlar, kişiler,yerler- Belki bir kerede olmayacaktır bu. Ama yeterince sabredersem suç mahalline gidebilirim. O suç mahalline gittiğimde muhtemelen kendi çocukluk versiyonumla karşılaşırım. Şu anda deneyimlemekte olduğum korku, acı, öfke veya çaresizlik yetişkin bana ait değildir. İçimde barındırdığım “küçük bene” aittir. O korkuyu küçük ben olarak, yetişkinime anlatırım. Ben annemi, babamı, kardeşimi kaybetmekten korkuyorum…vs…Sonra yetişkinimle o içimdeki küçük çocuğu o zamanki çocuk olarak anne-babamdan neyi görmeye ihtiyacım vardıysa ve alamadıysam, şimdi bunları yetişkin olarak içimdeki çocuğa sunarım, veririm. Ondan sonraki adım, bu korku ya da kaygı benim çocukluğumda yaşamış olduğum şu-şu-şu deneyimlerden bugüne kadar taşımış olduğum olgulardır. Ben bu olgulardan ibaret değilim, bu olgular benim bilincimde beliren olgular. Yani ben korku değilim, korku benim bilincimde beliren bir olgu; ben kaygı değilim, kaygı benim bilincimde beliren oldu; ben çaresiz değilim, çaresizlik benim bilincimde beliren olgu. Deneyimlediğim zorlayıcı deneyim her ne ise ben bir bütün olarak o değilim, o sadece bir parçam, ben o ve çok daha fazlasıyım. “Çok daha fazlasıyım”ı deneyimlemeye başladığım zaman inanılmaz bir yaratıcılığa akmakta olduğumu yaşarım. Örnek, bedensel acı çekmek: tehdit. Demek ki bedensel anlamda tehdit algılıyorum, o zaman bedensel varlığımın içine ölmemişim, yani bedenimle hala özdeşleşmiş durumdayım. Halbuki bedenim evrensel bilincin bu beden nezdinde kendisini ifade etme yöntemi. Ben nasıl bu bedenle kısıtlı olabilirim? Ben bu beden değilim, ben çok daha fazlayım. Yani bilincim korktuğum olgudan çok onun dışında kalan varlığıma kaymaya başladığında inanılmaz bir yaratıcılık hissetmeye başladığımı deneyimlerim.

Mesela, durunca ne olacak bilmiyorum, hiç durmadım, durunca ben neyim bilmiyorum. Buradaki tehdit nedir? BİLMEMEK. O zaman ben bilmekle özdeşleşmişim. Hayatımı “iyi-tatminkar” yaşayabilmek için ne yaşayacağımı bilmem lazım. O zaman bilmemenin bedenimdeki izdüşümlerine bakayım. Bedenimdeki iz düşüm beni orada ve o zaman geçmişte bir şeyleri bilmediğim zaman başıma gelen deneyimlere götürecek. O zaman küçüktüm ve bilmiyor olmak bir şekilde benim için tehditkar olmuş. Yani bilincim zihnimde konumlanmış. Ben zihnimle özdeşleşmişim. Eğer zihnimin içine ölmezsem zihinsel bilincimde kendimi hapsetmiş olurum. Ben zihinsel bilincim değilim. Ondan çok daha fazlasıyım. Ben sadece zihnimle bilmem. Ben bedenimle bilirim. Ben sezilerimle bilirim. Belki ben bugün bilincimle bilmediğim ama kaynağımda sahip olduğum başka şeylerle bilebilirim. Ben niye kendime o alanlara gitme iznini vermiyorum, bilmekte ısrar ederek…

Kendimi konumlandırdığım koordinatlarım şimdiye kadar içinde rahat ettiğim koordinatlarım olmasın diyorum. Yani ben bedenimde, duygularımda ya da zihnimde konumlanmayayım. Onları kapsayıp aşayım. Bu söylendiği kadar kolay değil, biliyorum. Bu geliştirilecek bir kas.

Virüs fiziksel bedenimizi de tehdit ediyor, aslında çok önemli bir mesaj da şu: Sen fiziksel bedeninin bekçiliğine soyunursan ondan ötesine gitmekte zorlanırsın. Neyin bekçiliğine soyunursak orada savaş alanı yaratırız. Manada söylemek istediği: sen kendi kaynağının en ilkel versiyonunda takılmışsın. Yani manada, neyin derdine düştün? sen kim olduğunu unuttun diyor. Fiziksel varlığımız gerçekte kim olduğumuzun belirgin olan “şekli”. Ama ben o fiziksel formumdan çok daha fazlayım. Esas yaratıcılık orada. Virüs bizi sahip olduğumuz kaynağın en ilkel formu ile tehdit ediyor ki ondan vazgeçebilirsek onun kutbu olan en zengin formumuza vakıf olabilelim.

Bu bilge virüs diyor ki hepimize: sen hiçbir şeyi kontrol edemezsin. Sen hiç kimseyi koruyamazsın, kendini bile, onun için bunlardan vazgeç, senin yapabileceğin tek bir şey var hayatın boyunca: hayatın içinde bulunduğun anlar silsilesidir, BUNU ANLA. Senin sorumluluğun bu anı nasıl kucaklayacağın, bu anla nasıl temas edeceğinin mühendisliğidir. Başka hiçbir şey yapamazsın. An’a küçük bir çocuk gibi yaklaşıp ona heyecanla yaklaşmak, önceden boyanmış bir gözlükle değil. Çocuğun öyle bir gözlüğü yoktu, çocuğun eline tarantula verilirse ağzına koyar. Her anı çocuksu bir coşku ve merakla kapsamaya, merak etmeye, onunla hemhal olmaya hazır ol. Senin sorumluluğun bu. Bunu karşına kocaman bir problem çıktığında yapamazsın, bunu küçük problemler çıktığında yapmaya başla ki o kasın gelişebilsin.

Bu bilge virüs diyor ki aslında: Senin hayatının her gününde bir çeşit korona yok muydu? Vardı. Ben senin bütün hayatın boyunca karşılaştığın koronalar çarpı bir milyonum belki. Çok şiddetli -yoğun olduğum için şimdi dert oldum. Ne yapayım, daha az şiddetli seslenişlerim duyulmadı, göz ardı edildi. Kendimi duyurabilmek için haykırışım çok sert oldu.

Korona, bir velinimet aslında. Çünkü birçok şeyi fark etmemiz için bir fırsat. “Ben kendime ve bütüne ne şekilde korona olmuşum” sorusunu kendimize sorabilirsek ve vereceğimiz yanıtları kendimize bir bütünün parçaları olduğumuz gerçeğini hatırlamak için kullanabilirsek, temsili olduğumuz kaynağın şimdiye kadar kullanmadığımız taraflarının keşfine hizmet edeceğimize inanıyorum.

--

--